Şimdi burdan çıkasım gidesim var.
Düşünmeden, tereddüt etmeden gitmeliyim. Ceplerimi ve yüklerimi boşaltıp sadece gitmeliyim.öyle araba kullanmalıyım bşr süre sadece. Nereye gittiğimi ne yatığımı düşünmeden. Aklımı ve yüreğimi boşaltmalıyım. Tamamen bomboş ve her türlü yükten arınmış bir hale gelene kadar araba sürmeliyim. Yaylaların ortasından, dağların eteklerinden, tarlaların içinden geçmeli yollar. Hep düşlerimde gördüğüm o vadinin yakınından geçerken yol araban inip vadiye doğru yürümeliyim. Tepesinden bakınca düşlerimde gördüğüm vadiye duraklamalı düş mü gerçek mi düşünmeden görüntünün tadını çıkarmalıyım. Zihnim bomboş, berrak, her şey net çünkü hiçbir şey yok bomboş. Yüreğim bomboş tüm o endişeleri , sızıları, yaraları, korkuları her şeyi attım. Tamamen yüksüzüm. Düşlerimdeki vadinin tepesinde tamamen yüksüzüm ve gerçek yolculuğun başladığı yerdeyim. Yürümeye başlıyorum vadiye doğru. Yumuşak çimleri çizmelerimin tabanında hissedebiliyorum. Toprağın nemini burnumda hissediyorum. Yeni yağmur yağmış galiba, harika kokuyor. Ben vadiye indikçe bulutlar çekiliyor. Güneş hiç yakmadan ısıtıyor havayı ama bunaltmıyor. Sadece üşümüyorum, burası tepesi gibi serin değil. Tepedeyken serin rüzgarı kıyafetimin açık bıraktığı yerlerden tenimde duyabiliyordum. Güneşi iliklerimde bile hissediyorum. Vadinin içine doğru ilerledikçe ısınıyorum. Birkaç cırcır böceğinin sesine vadide akan ırmağın sesi eşlik ediyor. Irmak kıyısında, vadi boyunca tek-tük ağaçlar, diplerindeki çalılara gölge yapıyorlar. Irmağın yanında temiz havayı ciğerlerime daha fazla almaya çalışırcasına soluyarak yürüyorum. Irmağa paralel giden patikada yürürken etrafıma bakıyorum sanki burayı düşlerim de hiç görmemiş gibi. Tanrım bu güzelliği anlatamam sol yanımda akan ırmak altımda ki patika, çepeçevre çimenler, birkaç çalı kümesi ve onları gölgeleyen birkaç ağaç, iki yanımda Tanrıya açılmış eller gibi yükselen dağlar. İyi ki aklımı boşaltmışım bu vadiyi aklıma kazımam lazım her ayrıntısıyla… vadinin sonuna doğru ırmağın döküldüğü ve sanki gerekliymiş gibi gürültü çıkardığı yere ulaşıyorum. O su sesinden bile söylenecek kadar huysuz oluşum ve ırmağı azarlamam vadinin gücüne gitmiş olucak ki vadiden çıkışım dik bir yamacı tırmanarak oldu. Ne yapayım ben huysuz ve asabi biriyim. Yamacın sonuna geldiğimde düşlerimdeki vadiden çıkmam gibi güneşi kapayan bulutlar ortaya çıktı. Neden çıktıklarını merak etmeme kalmadan yağmur yağmaya başladı. Soğuk yağmur tanelerini tenimde hissettim. Ayaklarımın altındaki toprak bile dayanamadı, yumuşadı, yağmur tanelerinin dokunuşuna. Toprak bulutların bu jestine mis gibi kokusuyla karşılık verdi. Geçtiğim vadide akan ırmağın kollarından biri yolumu kesti. Üstünde tahta dar bir köprü vardı. Köprüye varınca gördüm ki bir boğa yolumu kesmiş. Beklemedim geçsin diye köprüye yürüdüm. Gözgöze gelince ikimiz de anladık ki ikimizde yol vermeyecektik. Boğayla kavgaya tutuştum. Bedenimde ki tüm kaslar aklımda ki zafer için kendilerini paralıyorlardı. Belki gereksiz bir inattı belki de ikimizin “ben varım” kavgasıydı bu, bilmiyorum sadece dövüştüm. Sonunda galip geldim, köprüden geçerken dua ettim. Zafer ve aşağı attığım boğa için dua ettim. Ölmeden önce beni lanetlemedi, müteşekkür gözlerle baktı bana, bende teşekkür olarak ona dua ettim. Ben onu orda kabul ettim, o da beni, ikimizde bir birimizi kabul ettik orda, yaptığımız inat değil, tüm zerafeti ve onuruyla bir savaştı. Yürümeye devam ettim. Yağmur durdu, güneş tekrar yüzünü gösterdi ama biraz daha uzakta kalmıştı. Bir yandan yürüdüm bir yandan da güneşi ufka doğru olan yolculuğu için geçirdim. O’nu uğurladığım için midir nedendir bilmiyorum ama ufka vardığında batmadan bana öyle güzel renkler gösterdi ki bir süre olduğum yerde kalıp bu manzarayı izledim. Eğer bir yere varacaksam anlatacağım güzel şeylerde olmalı, orda beni bekleyen biri varsa. Boşalttığım zihnimi yeniden dolduruyordum bu yolculukta. Güneş tamamen batıp ben yola geri döndüğüm de, bana göz kırpan yıldızların eşliğinde karşıma bir orman çıktı. Buraya gelmeden önce tüm yüklerimi boşaltmıştım, karanlıkta ormandan korkamazdım tüm korkularımı bırakmıştım geride. Bu son derece sık bir ormandı bu yüzden girmeden önce son bir kez baktım çıplak gökyüzüne. Ay çok sert bakıyordu ve yıldızlarda onun arkasında olmanın verdiği cesaretle o görmeden bana göz kırpıyorlardı, kim bilir ne hınzırlıklara çağırıyorlardı yine beni. Gülümsedim ve ormana girdim. Yer yer yaprakların arasından ışık demetleri süzülüyor , çam kokusu yüzümü okşuyordu ormanın rutubetini elleriymiş gibi kullanarak. İlerlemeye devam ettim. Bir süre sonra yolda yalnız olmadığımı fark ettim. Bir çakal sürüsü etrafımdaydı. Hayır onlardan kaçamazdım. Hiçbir zaman kaçmak istememişimdir, tüm endişelerimi de korkularım gibi geride bırakmıştım. Hayır onlardan kaçmadım. Orda durup saatlerce onlarla savaştım. Bu yolun sonu neredeyse, orada eğer beni bekleyen biri yoksa orada, hemen o anda ölmemde bir sakınca yoktu. Eğer galip gelirde yolun sonunu görürsem ve biri beni beklemiyorsa işte o zaman zaferime içten içe lanet ederdim. Ortada bir savaştan fazlası bir kumar söz konusuydu. Oynamak için bir sebebim olmadığı gibi oynamamak için bir korkumda yoktu. Bir an çakallara sövdüm, beni bu ikilemde bırakacaklarına öldürselerdi diye. Ama ben daha güçlüydüm, hayatta kaldım, kaçışan çakalların arasında yaralarımın verdiği sızıya aldırmadan yoluma devam ettim. Bütün gece yürüdüm. Ayı son bir kez görmeye yetiştim hava aydınlanmadan ormandan çıkmıştım. Son yıldızlar hayatta kalışıma şaşırıp gündoğumuna doğru söndüler. Ay hiçbir tepki vermedi ama biliyorum o da endişelenmişti ve beni hayatta gördüğü için memnundu. Güneş o yokken neler yaptığımı merak etmiş olsa gerek elinden geldiği kadar çabuk doğdu. Beni güldürmek için öyle neşeli renkler saçtı ki doğumunda, bir kez daha durup gülümseyerek onu seyrettim. Birde kırağı düşen çimlere eğildim baktım. Çimler tekrar ısınıcakları için güneşe özlemle onun için hayır duaları ederken. Kırağı taneleri de her sabah yaptıkları pis şakayı tekrar etmenin verdiği pişkinlikle pis pis sırıtarak erimeye başlıyorlardı. Tüm bunların ardından yoluma devam ettim uçsuz bucaksız ovalarda. Arada bir tek başına durup gökyüzüne bakan ağaçlar gördüm. Yalnızlıklarını bozduğum için bana biraz kızgındılar hiç birine sokulmadan yoluma devam ettim. Bir yandan da güneşe o yokken ki yolculuğumu anlattım. Hemen dalgaya vurdu, yol boyunca çakallarla ilgili fıkralar anlattı bana. İkimizde güldük ama ikimizde biliyorduk çakallar komik değildir. Güneş bir kez daha battı ve ben onu bir kez daha uğurladım o da yine bana o güzel renklerle veda etti. Gece ay tepeme dikildi. Yıldızlar onun arkasında durmaya devam edip kendi aralarında fısıldaştılar, azar işitmem gerekiyordu sanırım aydan. Aç susuz nereye kadar, başaramayacaksın ! Aldırmadan devam ettim, dümdüz ovaların ortasında yürürken ormanların aralarından geçiyordum. Ormanlardan meraklı gözler beni izliyordu. Gece soğuk ve zor geçiyordu. Adımlarım serileşmiş başarıp başaramıyacağımın tartışılmasına duyduğum öfke ile ilerliyordum. Sabah olduğunda ne çim taneleriyle eyleştim ne de güneşin neşeli ben geldim senfonisi mola verdim. Güneş doğup bu soğuk tavır karşısında biraz gücenince sakinleştim. Durdum ve ona kızgın olmadığımı söyledim, sadece konuşmak istemiyorum. Beni anladı sessizce beni izledi gün boyu. Karşıma bir aslan çıktı, bana övgü dolu gözlerle baktı ve yolumdan çekilip ormanın içine doğru kayboldu. Moral bulmuştum ve daha önemlisi onurlandırılmıştım. Öğleden sonra geldiğimde nereye kadar sorusu kafamda uyanmaya başlamıştı. Hayır bu soruyu kafamdan atmalıydım, sonum veya sınırım olmamalıydı, olucaksa niye çıktım bu yolculuğa. Havanın erken karardığını düşündüm ki aslında tepemden bir ejderhanın geçtiğini fark ettim. Kafamı kaldırdım ve onun heybetine gücüne güzelliğine hayranlıkla baktım. Ejderha yere indi ve karşımda dikildi. Olağan üstü güzellikte bu yaratığa çok uzun süreler bakabilirdim. Göz göze geldiğimiz de sahip olduğu heybetin ötesinde ki gücünü hissedebiliyordum. Ona tüm varlığımla imreniyordum. Göz göze bakarak sanırım birkaç saat geçti. Hiçbir şey söylemedik ama öyle çok şey konuştuk ki. Ne konuştuğumuzu anlatacak bir dil yeryüzünde yok. Gözlerimi kapattım ve tekrar açtığımda bir ejderhaydım. O kadar kendimdim ki insan bedenime geri dönmek zorunda oluşum her şeyin ötesinde bir kabustu. Sonuna kadar bunu düşünmemeye karar verdim. Gökyüzünde uçtum, sadece uçtum, o kadar özlemişim ki gökyüzünü hiçbir şeyle ilgilenmeden sadece uçtum. Güneş batana ve tekrar doğana kadar. Güneş beni o halde görünce dili tutuldu. Neden bilmiyorum benimle bir daha konuşmadı. Ay bile şaşkınlıktan o sert bakışını muhafaza edemedi, yıldızlar kıpraşamayacak kadar şaşkındılar öylece donup kaldılar. Ne kadar sürdü emin değilim. Bir öğlen insan bedenime döndüm. Hüzünlüydüm, ejderha beni teselli etti devam etmemi söyledi. Bildiği çok şey vardı, hem onun hem benim bildiğim kimseye söyleyemediğimiz şeyler. Ne kastettiğini anladım, hem kederliydim hem de tam olarak anlaşılmanın heyecanı içindeydim. Bir gündüz ve bir gece daha kimseyle konuşmadan öylece yürüdüm. Sonraki günün sabahı güneşle konuşmayı denedim ama beni duymadı ya da duymazdan geldi. “çok güzel!” diye düşündüm “şimdide herkes benden kaçıyor!” söylenerek günü geçirdim. Hava kararırken bir yere geldiğimi fark ettim. Daha önce görmediğim bir görüntü. Bir evin arkasında duruyordum. Arka bahçeye ekilmiş sebzeler vardı ahşap evin arkası boşluk gibi görünüyordu ki yaklaşınca anladım. Bir yokuşun başında duruyordu, ön bahçesinde birkaç ağaç, aralarında bir hamak, verandasında geniş bir salıncak ve üstünde yol boyunca görmediğim güzellikte bir şey uyuyordu.. evin önündeki yokuştan, yokuşun sonunda ki kumsala kadar zeytinlikler vardı. Birde bir patika başlangıcı sanırım kumsala gidiyordu. Birkaç dakika manzarayı izledikten sonra verandaya yürüdüm. Ahşap iki basamağı aşınca verandaya çıktım, salıncakta uyuyan o güzel kızı uyandırmadan yanına kadar gitmek istemiştim ki verandaya attığım ilk adımda, sanki yolun tüm yükünü altımdaki ahşap çekmiş gibi inledi. Uyanıp, o muhteşem gözlerle bana baktı, gözlerine bakınca fark ettim, onda görebileceğimden fazlası vardı. Ona doğru yürürken kalbim durmak üzereydi, ya beni beklemiyorsa. Bazen gerçeği bilmek için her şeyi yaparken o an gerçekten o kadar korktum ki. Ya beni beklemiyorsa. Ona doğru yürüdüm önünde durdum. Öyle aptal gibi durmuş ona bakıyordum ki gülümsedi, eliyle uzandı ve elimi tuttu. Birden bir şey fark ettim günlerdir durmadan yolculuk yapıyordum ve ne yemek yedim ne de su içmiştim. Bir anda ona güvenmek için her şeyimi verebileceğimi fark ettim. Ama nasıl emin olabilirdim. Hayır hiçbir şekilde emin olamazdım, O’na güvenmek için bir sebep istemiyordum. Sadece ona güvendim yanına oturdum ve ona sarıldım. Bana yiyecek bir şeyler verdi. Sonra eve girip beraber uyuduk. Sabah olduğunda güneşe kapalı perdenin arkasında defalarca seviştik. Güneş kızı uyarmak istercesine perdenin aralarından sızmaya çalıştı ama bunu ikimizde istemedik. Güneşin altında ona aldırmadan neşeli bir kahvaltı yaptık. Çok bozuldu ve havayı ısıttı. Onun oyun bozanlığı ertelemek isteyen rüzgar biz hamağa uzandığımızda üzerimizde esti, ikimizi de okşadı ama sıcağa dayanamayıp gitmek zorunda kaldı. Öğlen vakti hemen denize kaçtık zeytinliklerin arasında ki patikadan. Zeytin ağaçları gölgeleriyle eşlik ettiler bize. Kumsala varınca doğru denize koştum. Kendimi denizin serin sularına bıraktığımda, denizi çok özlediğimi fark ettim. Açıklara yüzmeye başladım, tekrar mı ola çıkıyordum. İşte gidilecek daha yol vardı ama gitmeli miydim. Daha ileride daha fazlası vardı belki ama ben gitmedim geri döndüm. Daha fazlasını istemiyordum. Kumsalda onun kucağına başımı koydum ve geldiğim yolu anlattım. Sıkılmadı, saçma bulmadı beni dinledi. Akşama doğru neşemizi kaçıramayacağını anlayan güneş batarken biz eve döndük. Haifif bir akşam yemeği yedik. O bira içerken bende rakı içtim. Ay denizin üstünde belirdi sanki ilk defa beni takdir eder gibiydi bize yakamozu armağan etti. Biz de o gece hem yeni hediyemizin tadını çıkardık hem de gidene kadar aya eşlik ettik. Ayı ilk defa uğurladım ve sanki onu gülümserken gördüm. Bilmiyorum beklide bana öyle geldi. Daha sonra yatağımıza gittik. Ona bağlandım, ve korkmamaya çalıştım. Tüm yaralarım kapanmıştı ama izleri duruyordu. Ben yinede yaralarımı yok sayarak ona bağlandım hala onu seviyorum ve ona güveniyorum, hem de hala bunlar için hiçbir sebebim yok. Çünkü hala bir sebep aramıyorum, ben onu buldum başka bir şey aramıyorum. Tanrı’ya son bir dua mırıldanırcasına şükrettim. Ejderhayı düşündüm ve bir gün neden olmasın diye düşündüm. O gün gelinceye kadar…